1. Anasayfa
  2. Gündem

Biz doların yeşilini değil doğanın yeşilini seviyoruz

Biz doların yeşilini değil doğanın yeşilini seviyoruz
0

MİLAS‘tan sonra 16 kilometrelik yolu üç polis ve jandarma denetim noktasından geçtikten sonra Akbelen’e geldik. İlk gördüğüm, büyük önder Atatürk’ün  “Köylü Milletin Efendisidir” sözlerinin yazılı olduğu bez afiş oldu. Bu yeni değil, yaklaşık iki yıldır orada duruyor. O yüzden bezi, yazısı solmuş.

Emekli öğretmen Hasan Yorulmaz, Akbelen direnişinde yaşadıklarını gelişmeleri Saygı Öztürk’e anlattı.

Vatandaşların bulunduğu ve çadırlarını kurduğu yere yaklaşınca, buraları tanıyoruz. Özellikle son 14 gündür televizyonda görmeye alışık olduğumuz görüntüler işte hep buradan. Biraz uzakta iş makineleri çalışıyor. Kesilen ağaçların kökleri çıkarılıyor, toprak ağaçtan, dallardan ve otlardan temizleniyor. İş makinelerinin homurtusu arasına zaman zaman sloganlar sıkışıyor.

İkizköy Akbelen yazılı tabela da çamlar gibi yere devrilmiş, aynı kaderi paylaşmış. Onu düzeltmeye çalıştım ama olmadı. Yolun girişinde barikat kurulmuş. İçeriye adım atabilmeniz için önce kimlik kontrolünden geçmeniz gerekiyor. Kimlik numarasıyla hakkınızda arama kararı olup olmadığına da bakılıyor. Jandarmanın yazlık üniforması değişmiş. Üzerlerinde ropocop kıyafeti, ellerinde kalkan var.

ÇAMLARIN FERYADI

Jandarmadan bir yerde “Temiz kağıdı” alıp köylülerin ve onlara destek için gelenlerin yanına gidebiliyorsunuz. Jandarma barikatını geçtiğiniz anda köylülere destek için gelen gençlerin yere oturmuş, elinde darbuka, tef, diğer müzik aletleri eşliğinde türküleri yükseliyor. Jandarma kimseyle muhatap olmuyor ve gelişmeleri sessizce izliyor, kamera devamlı çalışıyor.  Sesli katılmasalar da memleket havası türkülere onlarda içinden katılıyor. Bazen müzik susuyor, bu kez yerini “Aç… Aç… Barikatı aç”, “Halka değil, katillere barikat”, “Akbelen ormanını vermeyeceğiz” sloganlar atıyor.

100 metre sonra çam ağaçlarının altındasınız. Arkadaşları birer birer yere devrilmiş. Sıra onlara geliyor. Sanki onların feryatlarını duyar gibi okuyorum. Başımı kaldırdığımda o koca çamların feryadını yansıtan karton üzerine yazılıp çamlara iple bağlanan şu notları okuyorum:

“Yüzlerce arkadaşımız katledildi.”, Kurtarın bizi”, “İmdat ölüyorum”, “Dikkat, katliam var!”, “Kesmeyin bizi!” ve daha neler neler!.. Ama dinleyen kim? Şu ana kadar 750 hektar orman yok edildi. Bunun devamı da gelecek.

Yalnız çamların sessiz feryadı değil, köylülerin, onlara destek olmak için gelenlerin sesi de kah slogan olmuş, kah beze yazılmış olarak duyuluyor, görülüyor. “Ormanıma, havama, suyumla, toprağıma dokunma.”

 

 BİR SABAH GELDİLER

İkizköylüler, bir sabah erkenden jandarmanın, iş makinelerinin Akbelen’e geleceğini biliyorlardı. Engel olmak, seslerini duyurmak için tam iki yıldır gece-gündüz nöbet tutuyorlardı. O gece nöbet sırası emekli öğretmen, aynı zamanda çiftçi olan Hasan Yorulmaz ve bir arkadaşındaydı.

Hasan öğretmen, yattıkları ranzayı gösteriyor. “Tam iki yıldır bizler burada, bu ranzada yattık. Kulağımız hep geleceğini tahmin ettiğimiz iş makinaları, kesim sırasında bize engel olmak için görevlendirilecek jandarmalardaydı” diyor. O sabahı bize şöyle anlatıyordu:

“Bugün-yarın gelecek derken kulağımız hep kirişteydi. 14 gün önce, bir pazartesi sabahı saat 05.30 civarıydı. Uyanmıştım. Kuş seslerini, ağaçların hışırtılarını dinliyordum. İşte bir anda o seslere araç sesleri katıldı. Jandarma, orman müdürlüğü araçları, iş makineleri, TOMA geliyordu. O sırada uyumakta olan arkadaşımı uyandırdım. Köylülere haber vermesini istedim. Çünkü, jammer cihazıyla telefonla konuşmamız engellenmişti. Ben direnmeye, onarın kesim yapmasına engel olmaya çalışacak, arkadaşım da koşarak köye gidip haber verecekti. Yani, geliyordu gelmekte olan.”

“CEHENNEM ÇUKURU”

İlk gün köylüler direnmeye çalışınca jandarmanın tutumu da sert olmuştu. Kadın, erkek 7 kişi gözaltına alındı. Konuşmamızı dinleyen bir kadın söze karışıyor, “Orduyu karşımıza dikip gözdağı veriyorlardı. Biz ne yapmışız? Suyumuza, toprağımıza, havamıza sahip çıkmışız. Suçumuz buymuş” diyor. Kendilerine yapılanlara karşı alabildiğine öfkeli… 14 gün öncesine kadar bulunduğumuz yerler çam ağaçlarıyla doluydu. Ama şimdi onlardan eser yok. Bir yerde ‘Kesilen kesilmiş, acaba bu direniş neden?’ diye aklınıza geliyor. Bunun cevabını bir değil, birkaç kişi sözlerini keserek, yapılanlara öfke duyarak anlatıyor:

“Evet, kesilen kesildi. Ama biz daha fazla kestirmemek, kesilen yerlerin üzerindeki verimli toprağı aldırtmamak için direnişimizi sürdüreceğiz. Çünkü bu haliyle kalsa doğa kendisini yeniler. Kesilen yerlerde yeniden fidanlar çıkmaya, boy vermeye başlar. Verimli toprak taşınırsa buralar cehennem çukuruna döner. Biz, Akbelen’in cehennem çukuru olmasını engellemek için doğamıza sahip çıkıyoruz. Kesilmiş haliyle buraları kurtarabilirsek doğa kendini yeniler. Direnişimiz doğayı kurtarmak, buraların cehennem çukuruna dönmesini engellemek içindir” diyor.

Didim’den Akbelen’e birlikte gittiğimiz emlak danışmanı Taci Erbaş, bir taraftan köylülerle fotoğraflarımızı çekerken, diğer yandan daha önce ağaçların kesildiği yerleri gördüğünü belirtiyor, “Evet, cehennem çukuruna çevriliyor. Az ileride bunu görebiliriz” diyor.  Biraz sonra o çukurları, çamları kesildikten sonra o alanların nasıl değiştiğini göreceğiz.

BABAMIN MEZARINDAKİ ÇAM

39 yaşındaki iki çocuk annesi İlkay Demir’le sohbet ediyoruz. Yapılanlara karşı nasıl öfkeli! Nasıl kızgın anlatamam. O da anlatacakları için “Üzüntüden anlatamam, anlatması çok zor ağabey” diyor. Yüzünün terini yaşmağıyla siliyor. Nefesleniyor. Bir arkadaşı su veriyor. Onu içtikten sonra yüreğindeki acıyı bize şöyle anlatıyor:

“Benim evim kömür sahasında kaldı. Babamın mezarının başındaki çam kesilir mi abi? Mezarlıktaki çamı bile kestiler. Çok engel olmaya çalıştım, çok yalvardım, çok çırpındım ama dinletemedim. Babamın mezarında artık çamın gölgesi yok. Sıcağın bağrında kaldı mezarı.”

“Babamın mezarı artık sıcağın bağrında kaldı” deyince bana da arkadaşım Taci Erbaş’a da hayli dokundu. Onunla birlikte bizim de içimiz acıdı. Hele yaralı olarak oradan kaçmaya çalışan tavşanın, kaplumbağanın kanlar içindeki halini unutmuyor. “Hepsi gitti. Doğdukları, büyüdükleri ormanları yok oldu” diyor. Bir ağıt tutturuyor:

Selam söyleyin o yare/ Ben çamlara doyamadım/ Bulun buna bir çare. Ama çare yok. Onlar ellerinden geleni yapıyor. Gelen, hallerini soran herkese derlerini anlatıyor. O yüzden çoğunun sesi kısık. Daha önce burada bir su tankerleri vardı. Onu alıp götürdüler. Bir daha gelişine izin verilmedi. Bunun için ne mücadele ettiler. Sonunda o tankeri getirdiler.

Yöre halkı öfkeli. İçindekileri “Biz Akbelen cehennem çukuru olmasını diye doğamıza sahip çıkıyoruz. Devletin adaleti olsa toprağını, havasını, doğasını koruyan bizlere sahip çıkardı. Ama bizi askerimizle, polisimizle karşı karşıyla getiren emirler verdiler” diye dile getiriyorlar

BU MÜCADELE BİTMEZ

Melahat abla, “Kömüre hayır diyorum” derken, Gülören Hanım, “Şu yapılan zulüm karşısında konuşacak söz bulamıyorum. O yüzden konuşmak bile istemiyorum” diyor ama yine de içindeki öfkeyi döküyor: “Devletin polisi, jandarması kömür şirketinin arkasında olsa bile halk bizimle. Devletin adaleti olsa toprağını, havasını, doğasını koruyan bizlere her türlü müdahalede bulunulmazdı. Gaz sıktılar… TOMA ile tazyikli su sıktılar… Kalkanlarla, copla bizi uzaklaştırmak, susturmak istediler.

Bizi askerimizle, polisimizle karşı karşıyla getiren emirler verdiler. Biz ne yapmışız? Düşünün, elimizi yüzümüzü yıkadığımız su tankerini bile içeriye sokmadılar. Ne mücadelelerden sonra bunu getirtebildik. Bizi her türlü engellerle boğmak, yıldırmak istiyorlar. Bırakın yılgınlığı, giderek öfkemiz yapılanlar karşısında daha da derinleşiyor. Boğdunuz daha ne istiyorsunuz bizden?”

ASIRLAR BOYU

Açıkçası eylem alanında erkeklerden çok kadınları gördük. Melahat hanım belinden ameliyat olmasına rağmen bir taşın üzerinde oturmuş, eylem alanından ayrılmayanlardandı.  Bu çamlar bugünün değil, asırlar öncesinin Kayra uygarlığıyla ilgili araştırmalar yapan Arkeolog Canan Küçükeren, sedir ormanlarının asırlardır bulunduğunu anlattı. Küçükeren, “Kayra döneminde gemi inşaatı tekniği gelişmiş olması, bu bölgedeki sedir ormanlarıyla yakından ilgiliydi. Karya uygarlığından beri var olan ormanların yok edilişi inanın içimi çok acıtıyor. Yazık oluyor” diyor.

Destekçiler hiç yalnız bırakmıyor

Ziyaretçiler eksik olmuyor. Değişik il ve ilçelerden uzak-yakın demeden direnişçilerin ziyaretine gelenler var. Gelenler onlara yiyecek, içecek getiriyor, çamların altında birlikte oturuyorlar. O gün bol miktarda aşure getirmişlerdi. Şekeri olmasına rağmen Taci Bey ”Çok güzel olmuş, çok güzel olmuş” deyip iki kase aşure yediğine tanığım.

Gittiğim gün Kadın Meclisleri, Foça Tarih ve Doğa Talanlarına Hayır Platformu, Selçuk Kent Konseyi, Türk Toraks Derneği, Kanlıca Doğa ve Yaşam Derneği, Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi, İzmir Gazeteciler Cemiyeti, ODTÜ Mezunları Derneği, 2021 Tüm Emekliler Sendikası, Aydın, İzmir, Muğla baroları temsilcileri de oradaydı. Bu gelişler-gidişler doğayı, çevreyi korumak adına köylüleri memnun ediyor.

Bu çamları sana yedirmeyiz

Artık eylem bölgesini mesken edinmiş gençler var. Küçük bir kızı annesiyle birlikte gelirken gördüm. Elinde kemanı vardı. Burada ablaları için şarkı söylemeye, doğayı koruyanlara, ormanına sahip çıkanlara, cehennem çukurları açılmasına kemanıyla karşı çıkacaktı. Akbelen’in kadınları, yere düşürülen her ağaç için bir şeyler söylüyor. Aytaç Hanım, “Ben çoluğumu çocuğumu büyüttüm. Allımı alladım, güllümü gülledim, yani evlendirdim. Onlara temiz bir hava kalsın, ormanlarımız yok olmasın diye buradayız” derken, ardından bir başka kadının bütün gücüyle şu sözlerini, altında gölgelendiğimiz kuşlar da duyuyordu:

Çamların altı yeşil

Altında yemek pişir

Bu çamları sana yedirmeyiz

Aklını başına devşir.

Ağaçların kesildiği alandan uzaklaşıp, daha önce kesim yapılan yerlere doğru gittik. İnanılmaz bir manzara. Bir zamanlar çamların bulunduğu bu bölgede, şimdi küllü, üzerinde ot bile olmayan toprakla karşılaşıyorsunuz. Bazı yerlerde dev çukurlar. İşte, kadınların “Cehennem çukuru” dedikleri bunlar ola.

Belgenin doğasının bozulmasına herkes karşı. Madencilerle konuştuğumuzda buraların yeniden ağaçlandırılacağını söylüyor. Keşke, Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) eski Genel Müdür Yardımcısı Dursun Akyürek’in, “Bir ağaç bile kesmeden üretim mümkün” sözünü dinleyip oradaki bir maden işletmesindeki uygulamayı örnek alsalar.

Bir de tabela gördük. Maden çıkartılan yerlere bugüne kadar 2 milyon 500 bin fidan dikildiği yazılı. Ama o bölgede biz böyle bir fidanlık göremeden döndük.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir